Wednesday, September 23, 2009

Tekrar Saraybosna ve Özetler

Son 2 günümüzü gerek dinlenmek gerekse de aracın tamir işleri için Saraybosna’ya dönerek geçirdik ve adeta tatilimizin, yoğun ve hızlı turumuzun kreması oldu bu son 2 gün. Aracı verdik, para olayını hesaplaştık, helalleştik ve cebimizde kalan son paralara göre hareket planımızı çizdik, Başçarşı’nın en güzel motelinde kalarak son 2 günümüzü zevk ve mutluluk içerisinde geçirdik. Cevapi ile Börek’ten doya doya yedik, Hüsrev Bey Camii’nden kana kana su içtik, 2 çeşmeden de. Efsaneleri olan 1’inden içersen tekrar geleceksin Saraybosna’ya, 2.sinden içersen Boşnak bir kız ile evleneceksin’i işitip, ben 2 çeşmeden de kana kana içtim şahsen. Gezintilerimizde hoş muhabbetler, hoş havalar, hoş kahveler, Aliya İzzetbegovic’in mezarını tekrar ziyaret etmek ve bu alanı, alışveriş merkezini turlaya turlaya gezinmek hakikaten iyi geldi. Pazartesi ve Salı gününü böyle gezerek geçirdik ve Çarşamba sabahı 06:00’da havaalanı ve 09:00’da İstanbul’da olarak 10 günlük turumuzu noktalamış, muazzam bir deneyim elde etmiştik.
Tüm bu geziyle alakalı ekleme yapmam gereken genel hususlar var. Aslında biraz hızlı ve deli fişek bir gezi oldu bizimkisi. Zira, genctik, enerjiktik ve kazaya kadar olan süreci iyi geçirmemize rağmen sonrasında Tiran ve Karadağ’a tekrar uğramayı düşünüyor olsak da, Kasko ve tamir işlemleri için erken dönmek durumunda kaldık. Bu süreçte 6 günde 5 ülke gezerek ilginç de bir “rekor” kırdık kendi çapımızda.
Bütçelerimiz hakikaten çok kısıtlı idi ve minimum harcama prensibi, maksimum yer ve maksimum eğlence temel düsturumuz oldu diyebilirim.
180 Euro Uçak biletine (Air Bosna)
60 Euro araç kirasına
35 Euro kadar bir meblağ benzine
60 Euro kadar bir meblağ’da konaklama ve yiyecek için harcadım diyebilirim zira toplamda 335 Euro tuttu benim toplam turumun ücreti.
Balkanlar bizlerin özellikle görmesi gerekiyor. Çünkü, vakti zamanında aynı imparatorluk altında imiş tüm bu topraklar ve kültürler birbirine çok yakın, çok benzer.
Herkese iyi gezmeler....

Tüm sorularınız için ; sezaikayaoglu -et- yahoo nokta com a yazabilirsiniz.

Balkanlar, Balkan Turu, Gezi, Balkan Gezisi, Balkan turu, Balkanturu, Bosna, Bosna Hersek, Bosnia Herzegovinia, Hırvatistan, Croatia, Karadağ, Montenegro, Kosova, Kosovo, Pocitel, Mostar, Saraybosna, Sarajevo, Travnik, Blagaj, Makedonya, Macedonia, Üsküp, Skopje, Ohrid, Struga, Arnavutluk, Albania, Tiran, Tirane, Sezai, Sezai Kayaoglu

Arnavutluk - Tiran

Makedonyadan Arnavutluğa geçişte epey bekliyoruz. Normal şekilde yol 3 saat kadar sürüyor ancak gerek dağ tırmanıp inmemiz, gerek trafik gerekse de hız limitlerine uymak zaruriyeti sebebiyle biz o yolu 4.5 saate yakın bir şekilde aldık sanıyorum. Bu yol ciddi tehlikeli, çünkü çok yüksek bir dağı araba ile tırmanıp, aynı şekilde korka korka iniyoruz. Zira yol 2 şerit,araçlar geçerken arada 2 metre mesafe var ile yok arası, dahası patika çok tehlikeli çünkü çıkışta ve inişte hep biz uçurum kenarında yer aldık ve maalesef ki bu sağ tarafta korkuluk, bariyer hiçbir şey yok. Buradan gidiş çok tehlikeli ve sabır istiyor. Kesinlikle dikkatli olun derim. Tiran ‘a girişimiz çok keyifli oluyor, şehre girer girmez ışıltılı bir dünya sizi karşılıyor, biz ne yapalım diye düşünürken sınırda tanıştığımız ağabeylerin ışıkta sağ araçta olduğunu görüyoruz, camı açıp bağırıyoruz abi gel bizi gezdir diye, direkt atlıyor aşağıya bizim araca geliyor. Güzel bir park yeri bulup, şehrin merkezindeki hoş bir cafeye oturup sohbet, kahve ve milleti izliyoruz. O bize buranın son 10 senesini keyifli şekilde anlatıyor. Şehrin göbeğindeki İskender heykelinin önünden geçip, ana caddelerini turluyoruz Tiran’ın meydanın. Mimari ve kuruluşu hoş bir şekilde ayarlanmış kentin çünkü hangi yönden şehre girerseniz girin sizi meydana çıkarıyormuş bu şehir. Araçlar Karadağ’da olduğu gibi 3-4 lüks markadan oluşuyor, Mercedes, BMW, Audi ve Volkswagen olmak üzere Alman markaları domine etmiş halde burayı, araçlar Türkiye ile karşılaştırıldığında aşırı ucuz. Günü yaşamayı seven Arnavutlar, gelecek ve yatırım gibi düşüncelerin aksine varsa yiyen bir kültür ve topluma sahip. Gece hayatları da ona göre hızlı ve akıcı. Biz dahil olmadıysak da, 2-3 saatlik turumuzda bunu görebildik. Ve ardından saat 12 sularında yola çıkıp sabah 7 gibi Saraybosna’ya geri vardık. Ancak Bosna'ya bu taraftan girerken Sırp Cumhuriyetine ait sınırdan geçmek durumunda kaldık. Burada Sırp Federasyonuna ait bir kontrol noktası var ve hiçbir araba yokken 35 dakika kadar bekletildik. Bu ve benzeri noktalarda sakin ve dikkatli olmak lazım. Müslüman oluşunuz, Bosna plakalı bir araca biniyor oluşunuz özellikle Sırp'lar tarafında negatiflik için yeterli sebep. Yol boyunca zorlu ve sıkıcı bir süreci yaşadığımızı da, fiziken kötü yollarda yolu takip etmeye çalıştığımızı belirmek gerek. Benzer bir tur yapmak isteyenlerin yol konusunda çok dikkatli olmaları gerekiyor. Bu konuda yolun hiç şakası yok.Çok ama çok dikkatli olun!

Eski topraklar...Makedonya, Üsküp, Struga ve Ohrid

Makedonya’nın başkenti, şehre giriş kuzeyden geldiğimiz yolda oldukça içler acısı. Fakirler ve dilenci çocuklar arabamızı her ışıkta çevreliyorlar. Üsküp meydana geçen yolumuzda Türk kebapçıları ve Zaman Gazetesi’nin ofisini görüyoruz. Üsküp meydanı çok kalabalık, insanlar hep sokakta ve kafelerde. Üsküp, Makedon ve Türk tarafı olmak üzere ikiye ayrılmış durumda. Şehri ayıran bir de nehir var tabi, Vardar Nehri ve bağlayan köprünün adı Kamen Most. Saray, Gazibaba ve Çayır diye bölgelerin isimleri sözkonusu. Makedon, Arnavut ve Türk’ler ağırlıklı olarak yaşamakta. Türk tarafındaki kaleye çıkıp, Vardar Nehri’ne doğru bakarak keyif çıkarmak güzele benziyor. Türk ve Arnavut tarafları diye ikiye ayrılır gibi görünmektedir, Güney kısmısı Hristiyan bölgesi ve daha gelişmiş alan olarak görünüyor. Nehrin üzerinde ve yine şehrin göbeğinde kafanızı kaldırdığınızda şehrin en yüksek tepesine dikilmiş koca bir haç bulunmakta, benzerini Mostar’da da görmüştük. Camiler ve kiliselerin bir arada olduğu, osmanlı dokusunu hala koruyan şirin şehir. Merkez meydan bölgesinde bulunan, lüks kafeler gayet hoş bir manzara gösterirken, Türk tarafında eserler görmek mümkündür ve TİKA restorasyonları dikkatimizi çekiyor. 600 yıl civarı Osmanlı egemenliğinde kalmış olması da bir diğer güzellik. Gündüzümüzü burada geçiriyoruz akşamüzeri saat 4-5 sularında yolumuzu Struga’ya doğru sürüyoruz ve maalesef ki bu yola çıkalı 1 saat olmadan bariyerlere arabamızı sürtmek suretiyle bir kaza yapıyoruz. Kaskodan yararlanabilmek adına karakol arıyoruz, sağolsun bir türk abi yardım ediyor bize ama kaskodan uluslararası bir alanda kaza yaptığımız için yapılması gerekenler ; Fotograf, Zabıt tutulması, uyuşturucu kullanıp kullanmadığımızın tespiti için mahkemeye çıkmak ve sağlık raporu, kamu malına zarar vermekten ötürü mahkeme kararı vs gerektiğinden ötürü, 3 gün oraya çakılacağımızı söylediler ve polisteki ağabeyler de kolumuza girip, “gidip, kaskoyla anlaşın” dediler, biz de çaresiz kabul ettik ve Struga’ya gece 12-1 gibi vardık. Otobandan çıktığımız için yol çok uzun sürdü ve de yorucu oldu. Orada, daha evvelden ayarladığımız bir arkadaşımızın, aile evinde kaldık, gecelik 4 Euro gibi çok güzel bir rakama maloldu. Benim için 3 gece çile olarak geçmişti ve süper bir dinlenme oldu.

STRUGA
Üsküpten normalde 2 saat 40 dakika sürmesi gereken yolu dağ yolundan 5-6 saatlik yol ile buraya ulaştık. Şirin ve ufakça bir yer aslında burası. Meşhur Ohri gölüne kıyısı var zaten Ohri’ye de 30 dakika uzaklıkta bir yerleşim yeri. Çok sayıda Makedon Türkü yaşamakta. Buranın merkezinden gölü Kara Drim ırmağına dökülüyor. Makedonya’nın da güney batısında yer alan bu şirin merkezde bir de eski tekke bulunmakta. Cami hüviyetinde de kullanılan tekke, müze özelliğine de sahip. Sabah 1-2 saatlik şehir turundan sonra, Ohri’ye hareket ediyoruz.

OHRID
Kısa süren yolculuğumuz sırasında bir türk okulu görüyoruz, Ohri’ye varır varmaz öğle namazına da yetişiyoruz, ciddi bir cami cemaati vardı. Gezilecek yerleri çok aslında Ohri’nin, tepesine tırmanabilirsiniz, merkezi çarşıda gezebilirsiniz. Elveda Rumeli’nin de bazı bölümleri burada çekiliyormuş zaman zaman. Çarşısı da hareketli ve güzel bir kent burası. Eski amfi tiyatrosunu gezip, kalesine çıkıyoruz Ohri’nin. Giriş ücretli, çok pahalı değil, kenti 4 tarafından görebiliyoruz. Güzel kareler de yakalıyor ve kentin merkezine geri iniyoruz, Ohri gölü kenarında herkesler oturup, eğlenip, keyif çatıyor, özellikle Pazar günleri çok yoğun burası. Ohri’yi de genel itibariyle görüp, toparlanıp çıkıyoruz, hedefimiz Arnavutluk ve başkent Tiran.

1 yaşında devlet : KOSOVA

Birinci ve ikinci Kosova savaşlarından hatırda kalan Fatih’in babası, Sultan 2. Murad Han’ın da türbesi burada. Kosova yeni oluşmakta olan, ABD ve AB’nin zorlamaları ile kurulmuş bir devlet. Priştina’nın en merkezi caddesinin adı Bill Clinton caddesi zaten. Avrupa’nın en büyük kilisesinin inşaatı devam ediyor burada ve maalesef ciddi lobiler ve kulisler sayesinde bunlar yapılıyor. Dahası mevcut büyük bir kiliseye rağmen, öte yandan hali hazırda süren inşaat için birçok dükkanın yıkılacak olması ve bir okulun da bu arada yıkıldığı bilgisi bizi üzüyor ciddi manada. Haritada Podgorica’dan Kosova’ya çok bir mesafe yok gibi ancak hatırlatmak gerekir ki, Google Maps’e güvenin arkadaşlar. Verdiği bilgiler hep doğru çıktı. Bu 250 kilometrelik mesafe için öngördüğü 7 saati anlamamış idik ancak hakikaten o kadar sürdü zira 2-3 dağ tırmanıp indik ve 2 gün önce Adriyatik’te denize girmiş iken, bu yolda ciddi bir kar etkisi vardı zirvelerde. Kosova’ya girişte 50 Euro ödeniyor araç vizesi gibi bir şey. Ee yeni kurulan devlet, para lazım nasıl toparlayacaklar? Her neyse, burada da ciddi bir inşaat ve revizyon çalışmaları var. NATO Askerlerinin araçları fır dönüyor, ciddi bir alanda da kışlaları var zaten. Bizim burada bir tanıdığa bir emanet teslim etmemiz sözkonusu idi ancak kendisine ulaşamadık bir türlü. Çarşıda gezdik, Tatlıses Kebap’ta sabahleyin pidelerimizi yedik ve İskenderunlu abimizle sohbet edip, bölgeyi ve ülkeyi dinledik. Sağolsun hiç para da almadı, izzet ikram had safhada idi. Buradan da ayrılıp, güneye doğru kıvırıyoruz rotamızı. Hedef Makedonya’nın başkenti, yarı Türk diyar, Üsküp(Skopje).

Karadağ'ın Başkenti : Podgorica

Budva’dan sonraki hedefimiz yol yapım çalışmaları sebebiyle ulaşması 2 saatimizi alan Karadağ’ın başkenti Podgorica(Podgoritsa diye okunuyor). Şehrin göbeğine doğru ilerlerken Bursa vari bir havası var buranın. Yada İstanbul’un merkezi ilçelerinden birisi gibi. Alışveriş merkezleri ve büyük binaların olduğu şehir merkezi hoş, güzel ve zengin markaların olduğu caddesi ve gezmeyi seven bir halkı var. Balkanlardaki savaşlardan ötürü buranın da Bosna, Hırvatistan gibi göze çarpan özelliği kadınların sayıca erkeklerden çok ama çok fazla olması. Aracımıza konuk ettiğimiz Rosemarry’den ayrılıp, Delta Center alışveriş merkezinde soluğu alıyor, dinlenip interneti kullanıyoruz. Mostar’da mailleştiğimiz arkadaşımız ile 1-2 saat sonra buluşabileceğimizi, buluşma yerine yakın olduğumuzu öğreniyoruz. Akşam 7-8 gibi başlayıp gece 2'ye kadar birlikteyiz. Önce kahve içmek için hoş bir meydana geçip, Karadağ’ı dinliyoruz. Tarihi yeni olan Karadağ ve halkın özellikleri ve şehrin neleri olduğunu dinlemek isterken, çok bir şeye sahip olmadıklarını işitiyoruz. Buranın bizim de aklımızda kalan en önemli özelliği, kadın sayısının fazla oluşu, ciddi bir tüketim alışkanlığı ve lükse meyil gözlemliyoruz. Gece hayatları özellikle çok hareketli ve canlıymış. İçki ve madde kullanımının da yüksek olduğunu hatırlatıyor arkadaşlarımız bize. Kısa turumuzda genel olarak marka dükkanlardan ve halkın kılık kıyafetlerinin çok lüks ve hepsi NY moda haftasından yeni fırlamış edasında olduğunu görüyoruz.. İlginç bir özgüvenleri var. Burada çok gece kalmadan diğer güzergahımız, 1 yaşındaki devlet Kosova’ya doğru yola çıkıyoruz.

Karadağ'ın güzel köşesi : KOTOR ve Budva


Dubrovnik’ten 45 dakika kadar sonra Hırvatistan’dan ayrılıp, Karadağ’a giriyoruz. Girişte sıra vardı biraz bekledik ama vize yok direkt geçiyoruz. Ancak 10 Euro kadar bir çevre vergisi ödemek zorundasınız. Görevli gelip siz araçta iken alıyor zaten. Kendi aramızda Devlet gelişecek, bunun için vergi gerek esprisini yapıyoruz. Sınırdan 5 km kadar sonra Karadağ’ın eski şehri var Herceg Novi. Yol üzerinde tabelalardan bu anlayabiliyorsunuz zaten ama çok da etkili ve görselliği olan bir yer değil. Karadağ’ın eski şehri olarak görülüyor ve sınırdan hemen sonra görebiliyorsunuz zaten bir aracımızla tek yön olan yola girip, araçla bu alanı gezdik. Altyapı çalışmaları devam etmekte ve yollar köstebek yuvası idi. Para birimi Euro, genel manada projelerde tabelaların üzerinde AB desteğini ve logosunu görüyoruz. Burası için Avrupa Birliğinin zengin kesimleri için Sırplardan kopardığı bir ülkenin güzel bir noktası. Herkes trafik içinde kurallara uygun şekilde hareket ediyor. Kotor’a ulaşmak için yolumuza devam ederken hava kararmaya başlıyor ve biz büyükçe bir körfezi dolaşır gibi yol alıyoruz ama bu yolu alırken havanın büründüğü ambiyans sizi The Lord Of The Rings setinde gibi hissediyoruz. Hakikaten çok güzel bir havası ve görüntüsü var. Her bir kilometre ayrı bir güzelliği size sunuyor. Kotor’a girerken sağda lüks yatlar ve marina sizi karşılıyor. İçdeniz gibi bir alanbu sağ taraf F1 yarışlarından hatırladığım Monaco’yu hatırlattı bana.

“Ve evet, sol tarafınızda, genişçe bir dağa oturmuş, enteresan bir mimari ve akşam aydınlatması ile sizi büyüleyen, 3 arkadaşın aynı anda “vaaaayy” demesine sebep olan, ortaçağ’ı iliklerinize kadar hissettiren, geceleyin bir başka gündüzleyin bir başka görünen Kotor ve Stari Grad bulunuyor!”
Gece olmasına rağmen gezebildiğimiz kadar gezerek hayranlığımızı arttırdık, saat 12, 1 olması ile gençlerin kalenin içlerine doğru şık ve zengin kıyafetleri ile gelmeleri, ard arda yanaşan taksi ve lüks araçların dizilmesi ile böyle bir yerde bu kadar bir eğlence mantığının olmasına şaşırıyoruz.




Bölgede bir sürede daha gezip, önceden rezervasyon yaptırmadığımız için 3 arkadaş, izbe bir yere aracımızı çekerek uyuyoruz ve sabah erkenden kalkıp, gündüz gözü ile bu dağın zirvesine çıkmak için yola koyuluyoruz. Bir kere belirtmek gerek, buraya çıkış ücretli, 2-3 euro gibi bir meblağ var idi yanlış hatırlamıyorsam. Ama biz 8.40 gibi geldiğimiz için görevli yoktu ve biz direkt girdik, başladık tırmanmaya. Bu kadar basamak, çıktıkça çıkıyoruz, eski yerleşim yerleri yıkık dökük de olsa hayran kalıyoruz, kıvrıla kıvrıla geldiğimiz yolları ve bölgeyi tepeden görmek her bir adımda daha güzel ama çıkış yorucu. Zira 55-60 derecelik bir eğimi tırmanıyoruz diyebilirim. Sarp yamaç, yıkık dökük taşlar ve yılan gibi yollar. En tepedeki kaleye çıkmak gerek. Çıkışımız yaklaşık 1 saat sürdü –ki hızlı bir çıkış yaptık biz.9.30 da zirvedeydik.




Etraftaki büyük dağlar sebebiyle, şehrin göbeğine güneş geç geliyor. Ama biz zirvede 9.30 ‘da güneşi karşılamışken, tekneler hala güneşi görebilmiş değildi aşağıda. Bu da ilginç bir anı olarak hafızamıza kazınırken manzaranın tadına varıyoruz. Tavsiyem, erkenden en tepeye çıkmanızdır, zira güneşle beraber bu imkansızlaşır. Kotor’a gitmek planlarınızda olmalı, ve gelmişken bu tepeye çıkmalısınız. Bu eski yerleşim alanı dışında çok bir şey yok zaten Kotor’da ama burası inanılmaz.




Tam dağın arkasında 2 tane de kilise bulunmakta, dini unsurun böylesine bir yere inşa edilmiş olması, korunması ve önemsenmesi dikkate değer.




İnişimizi koşarak yapıyor ve 15 dakikada aşağıda oluyoruz zira düzgün bir iniş ile hem bacaklarınız iflas eder hem de çok zaman kaybı olur. Biz çıkarken inmekte olan bir Avustralya’lı 50 yaşlarında bir kadını, indiğimizde yakaladık. Sohbet ederken Kotor’dan sonra Budva sahili yapacağımızı söyledik, aracımızın olduğunu duyunca katılmak istediğini beyan etti. Hayhay dedik ve toparlanıp, uzun sahillerinin olduğu ve küçük Duvrovnik’i andıran Budva’ya doğru yola çıktık. Budva’da görülmesi hoş, lüks, zengin ve şirin bir ufak bölge. Kumsalları güzel, yazın gidiliyorsa kesinlikle uğranmalı, zaten 1 saatlik mesafede. Otobüsler de var Kotor ve başkent Podgorica’ya. Budva’da da genişçe bir kale ve kalenin burcunda gezi tavsiye edilir. Biz yaptık. Hoş manzarası var.






Hırvatistan'a geçiş ve DUBROVNIK


Evet belirttiğim gibi Duvrovnik’teki adı devlet başkanlarından birinin adı ile aynı isimde olan tasarım güzelliği olan bir köprü sizi karşılıyor ve Avrupa’nın son dönemde parlayan yıldızı, sosyo-ekonomik olarak yüksek kişilerin kaldığı ve Adriyatik’te Akdeniz havası estiren ve turizm olarak da çok hızlı gelişen Dubrovnik’e Palmiye ağaçları eşliğinde ve tertemiz sokaklardan geçerek varıyoruz.




Buranın para birimi Kuna, 1 Euro = 7.5 Kuna. Restoranlar, tatil yöresi havası olmasından ötürü pahalı gibi duruyorlar, bizim vaktimiz sınırlı olduğundan geçirdiğimiz 1 gün boyunca bölgenin tadını çıkarmaya çalıştık. Akşam 6-7 sularında vardık. 'Dünyadayken cenneti görmek isteyenler, Dubrovnik'e mutlaka gelmeli.' demiş Bernard Shaw.




 Biz kısa bir tur atıp, hostelimiz Stari Grad’a 10 dakika uzaklıkta olduğundan ötürü Stari Grad’a araçla geçiyoruz. Burası, özellikle eski yerleşim alanı olan ve denize sıfır olarak dev duvarlarla inşa edilmiş Stari Grad bu coğrafyada görenleri büyülüyor.




Mimari ve genel manada yerleşim başlı başına bir şaheser. Metrelerce yükseklikteki dış duvarlar, içeride halen canlı yerleşim alanları, restoranlar, kahve dükkanları, alanı domine etmiş İtalyan etkisi, ara sokaklarda pencerelerde görebileceğiniz çamaşırlar, yürümekte olduğunuz zeminin mükemmeliği ve kalitesi, güzel insanlar ve tarihi ambiyans sizi ortaçağa götürüyor.




Akşamüzeri 2 koca saati nasıl geçirdiğimizi bilemiyoruz, kaybolmuş gibi hissediyoruz kendimizi zira sokaklar tam bir labirent edasında. Ama Adriyatik ve onun üzerine düşen ayışığı muazzam manzaralardan birisi. İlginç olan bu güzelim eserin 92-93 savaşları döneminde kulelerinin yıkılması ve sonrasında restore edilmiş olması. Gece saatin ilerlemesi ile marina kenarında da geziyor ve kalacağımız yere dönüyoruz. Güvenlikli bir yerdeyiz, insanlar ve sosyo ekonomik seviye yukarıda burada.




Arkadaşlarım hostelde kalıyor bense ekonomik sıkıntı sebebiyle aracımızda yatıyorum. Sabah 8 gibi kalkıp, markete uğruyor, 2-3 günlük erzakımızı da alıyor ve kaşar ekmek ile kahvaltımızı yaparak Stari Grad’a tekrar uğruyor ve gündüz gözüyle birkez daha hayran oluyoruz buraya. Avrupa’lıların yeni uğrak yeri Akdeniz ve Ege sahillerini aratmayacağa, bizim turizm sektörümüzde yenilikler olmazsa sanırım Adriyatik kıyısı turistlerin yeni gözdesi olacağa benziyor.




Otopark kullanmanızı tavsiye ederiz, biz özel bir park alanına parketmişiz, oysa ki herhangi bir ibare, ikaz yoktu. Ancak yaklaşık 15 Euro ceza yedik ve sınırda problem olmaması adına cezayı ödemeye razı olduk. Ancak, ödenmemesi durumunda çok da bir sıkıntı olacağını düşünmüyoruz, yerseniz ödemeyin derim ben! :) Bir de şehir içi ulaşım hızı 40-50-70 km gibi hızlar ve herkes buna uyuyor, siz de uyun!




Öğleden sonra Stari Grad’ın kenarında olan sahile geçiyor ve buz gibi Adriyatik sularında 8 Nisan tarihi itibariyle yüzüyoruz, bunla gurur duyuyoruz hatta güneşleniyoruz. Buraya kadar gelmişken, Nisan ayı ve suyun soğukluğuna aldırmaksızın suya giriyoruz ve Dubrovnik’in tadı burada daha bir güzel çıkıyor. Kesinlikle o suya vücudunuz temas etsin, yüzmesi de keyifli ve güvenli.




Dubrovnik’in karşısında sıra sıra dizilmiş hoş adalar da var. Lokrum, Mljet, Hvar ve Korcula gibi adalar var ve bunlar kuzeyde olan Zagreb’e değin çıkıyor. İçlerinde doğal park alanları, havuz vs ‘de olabilen bu adalara ulaşım 10-15 Euro gibi meblağlarla mümkün. Bütçesi ve vakti olanlar denesin bence. Olumsuz yorum göremedim ben oralarda ve web’te. Dubrovnik’teki gezimizi hallediyor ve aracımıza atlayıp, ülke değiştirmek ve Karadağ sınırları içerisindeki, internetten methini çok duyduğumuz ama hiçbir bilgimizin olmadığı Kotor’a geçiyoruz.

Tarihin şahidi : Mostar...Blagaj ve Pocitel Köyü





Mostar yolu başbaşka güzellikte. Saraybosna’dan Mostar’a geçiş yolunda beşer kilometre arayla camileri ve ufak ufak köyleri görüyorsunuz. Yolun tamamında Neretva nehriyle paralel yol alıyoruz. Sık sık balık çiftliklerini görebiliyorsunuz yol süresince. Yol açmak için delinen dağlar, eski tren yolları ve raylar sizi onyıllar, yüzyıllar evveline götürüp, günümüze getiriyor. Arabanızda da türkü ağırlıklı ve ara ara Mehter Marşları da varsa, kesinlikle tarihte seyahat eder halde oluyorsunuz. Bu yol başbaşka güzel ve herkesin görmesi gerekli.




Hosterworld.com’dan bakıp rezervasyon yaptırdığımız ve geceliği 10 Euro olan Hostel Majdas’a geldik. Bu Mostar’ın Sırp kısmında bulunan bir apartmandaki Hostel. Mekan oldukça güzel, rahat ve hostel işletmecisi Majdas çok sıcak birisi. Kesinlikle burada kalmanızı öneririm hem ekonomik hem rahat. Mostar köprüsüne 5-6 dakika yürüme mesafesinde. Yerleşip, duşumuzu aldıktan sonra Mostar’ı keşfe çıkıyoruz. Mostar’ın Müslüman olan tarafına geçiyoruz ve burada ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kılıyoruz.Tüm Müslüman tarafını baştan başa geziyoruz. Yatsı namazını Küçük Mostar Köprüsünün hemen üzerindeki TİKA’nın girişimi ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nun da desteğiyle restore edilen Nezirağa camisinde kılıyoruz. Aperatif bir atıştırma ile akşamı geçirip, Hostel’e dönüyoruz. Özellikle gençlerin takıldığı Rondo meydanına gezmeye çıkıyoruz saat 23 sularında. Hafif bir hareketlilik var ama hafta içi olması sebebiyle çok yoğun değil. Geceyi hostelimizde geçiriyoruz ve sabah kalkıp, gündüz gözüyle Mostar’ın tadını çıkartıyoruz. Mostar’ın Hristiyanların ağırlıklı olduğu tarafta zamanımızı geçiriyoruz, Old Town’a göre daha gelişmiş bir taraf burası. Ziraat Bankasını görüp tebessüm ediyoruz, bankanın tam karşısında Mimar Sinan’ın eseri bir camiyi ziyaret ettik. Camilerin birçoğu ilginçtir ki kapalı. Özellikle restorasyon yada müzevimsi havaya büründürülmeye çalışılıyor ve 5-10 Euro gibi ücretler isteniyor. Buraları öğleye kadar gezintiliyor ve Majdas Hostel’den ayrılıp 7-8 km uzaklıktaki Avrupa’nın en yüksek debili suyunun doğduğu kaynağa ve Bektaşi tekkesinin bulduğu Blagaj’a geçiyoruz.
Böyle bir ambiyans, böyle bir kuytu güzelliği böylesine bir tekke inşası karşısında şaşırmamak elde değil ki. Türk olduğumuz için gezi ücreti ödemiyorsunuz ve tekkeyi gezmeye başlıyoruz, her bir oda, oda kapılarının klasik stilde ve kısa olması, eğilerek geçmek durumunda kalmak oldukça güzel hisler uyandırıyor. Üst katta türbeler var, bana ilginç geldi epey. Odalarda güzel işlemeler, Arapça yazılar ve ahşap oymacılık eserleri var, seccadeler ile Kur’an-ı Kerim’de bulabilmeniz mümkün. Osmanlıca yazılar da bulunuyor, tekkede bulunan Bektaşilere ait Soyağacı da oldukça etkili idi. El emeği olduğu belli olan soyağacı çizimi, geçmişte sizi geçmişe götürüyor…Biz biraz namaz kılıp, bir de Yasin okuduk orada bulunanların ve imar edenlerin ruhuna. Böyle bir noktaya böyle bir tekke inşa etme cesareti ve aklı kendisine hayran bırakıyor sizleri. Hemen hemen 2 saat kadar tekkede zaman geçirdik biz, biraz tefekkür biraz ibadet epey vaktimizi aldı. Tekkeyi ziyaretimizden sonra hemen Buna ırmağının üzerine, tekkenin de az ilerisine kurulmuş olan restoranlardan birine geçip ırmaktan çıkan Balık’tan oluşan öğle yemeğimizi 13.5 KM’ye yedik, ortalama 14 milyona mal oluyor. Bu menü ve balık oldukça leziz idi, beraberinde gelen ekmeklerde aynı şekilde. 2 Balık ve tabak, ekmek ve ardından Boşnak kahveli bu menü, ırmağın şırıltısı ile Tekke’nin ambiyansı gezinizin unutulmazları arasında yer alacak türden. Kesinlikle atlamayın, yapın…Ayaklarınızı suya sallandırmanız da tavsiye edilir…
Blagaj’dan sonraki durağımız, yaklaşık 20 km uzaklıktaki Poçitel köyü.. Benim tüm güzergahımız da çok sevdiğim, hayran kaldığım ve Balkan turu yapmak istiyorum diyenlere kesinlikle tavsiye edeceğim bir yerdir. Hacı Ali camisini de içerisinde barındıran köy oldukça ve güzel ve ilginç bir konumlanmaya sahip. Neretva ırmağının kenarında, güzel ve stratejik bir burna kurulmuş bir köy. Dahası ciddi bir eğime sahip bir yamaca taşların muazzam işçilik ile taşınması ve kurulması ile inşa edilmiş yapılarla dolu köy. Şu anda içerisinde yerleşim olmamakla beraber belki bir 15-20 kişi yaşadığını söyleyebilirim. Köyün tepesindeki kaleye muhakkak çıkın, çok güzel bir manzarası var. Restorasyon çalışmaları da halen sürmekte idi bizim gezimiz esnasında. Buraya, taşlardan böyle güzel ve geniş bir köy inşa edenler oldukça güzel bir eser yaratmış diyebilirim. Gezimiz sırasında, köydeki camide bir namaz eda ediyor ve girdiğimizde bizi şaşırtan Türk Bayrağı karşısında hayran kalıyor ve “Allah Allah” diyoruz. Kim ne zaman o bayrağı oraya asmış ise iyi etmiş, Al bayrağımızı orada da görmek bizi çok mutlu etti.
Poçitel köyünden aracımızla devam ediyor ve 5 dk kadar bir yolu aldıktan sonra Hırvatistan sınırına varıyoruz. Sınırdan geçişte Türkiye’ye vize uygulanmadığından ötürü rahatlıkla geçiyorsunuz, pasaporta bakıyorlar, biz tüm gezi boyunca söylediğimiz üzere 4 kelime söylüyoruz, Turkska, Student, Turistika ve Rent A Car …Vizeyi alıp, şarkılarla devam ediyoruz ve yolda bizi şaşırtan bir olaya şahit oluyoruz. Zira Hırvatistan ‘dan çıkıp, 3 -4 dakikalık bir yol ile tekrardan Bosna’ya giriyoruz ve az bir süre sonra buradan çıkıp, tekrar Hırvatistan’a giriyoruz. Zira Bosna’nın kısa bir bölümde toprağı var ve malum gümrük teferruatları gereksiz yere uygulanıyor. Aradaki bu Bosna toprağının bizden aldığı mesafe epi topu 3 km. Dubrovnik’e ilk girişinizde, Karadağ’da da olan ve Millenium Köprüsü adı verilen köprüyü andıran ancak farklı farklı ülkelerde de görülmesi mümkün olan hoş tasarımlı bir köprüden geçerek şehre resmen giriş yapıyoruz.

SarayBosna, Travnik, Plovo Voda ve güzelliklerin devamı



Türk evinden çıkıp Başçarşı’ya geri dönüyoruz. Bir pastanede geleneksel tatlılarından Elmalı Tatlı yiyip, Boza içiyoruz.Aynı gün, bir tanıdığımızdan kiralayacağımız aracı alıp, hemen yola düşüyoruz, gideceğimiz nokta Travnik. Akşam saatleri Saraybosna’nın içinde trafik olabiliyor. İş çıkışı saatlerde dikkatli olmak gerek. 2 saatten biraz daha fazla sürüyor yolculuğumuz, güzel güzergahlardan hareketle Travnik’e varıyoruz. Bölgeye girişte bir imamhatip lisesi yani Bosna'daki ismi ile Medrese sizi karşılıyor, yolu devam ediyorsunuz ve ileride akmakta olan Plova nehrinin suları hem bölgeyi soğutmakta hem de sesi ile gümbür gümbür bir ambiyans oluşturmakta. Travnik kalesine çıkmak için nehrin kenarından tırmanmaya başlıyorsunuz. Oldukça farklı bir köy burada. Kalenin kurulduğu tepeyi görüğün zaman farkediyorsunuz ki bölgenin ehemmiyeti çok büyük ve öyle bir tepeye bu denli bir kale inşa etmenin zorluğunu düşünmeye başlıyoruz. Hayran kalıyoruz. Kalenin hakim olduğu geniş bir coğrafya var, hali hazırda bir kısım restorasayonlar da devam ediyor. Bu kale ve genel olarak Travnik öylesine farklı bir ortam ki, Osmanlı ve Müslüman hayranlığı halen daha çok güçlü şekilde varlığını koruyor. Kalenin bir burcundan fotograf makinenizle tek karede 7-8 minareyi sığdırmanız mümkün. Havanın kararması ve Plovo Voda’da kenarında bir balık yiyebilirsiniz. Akan nehrin güçlü ve etkileyici sesinin yanı sıra, keyfi de bambaşka. Plovo Voda’nın kenarında kahvenizi de alınız. Muhteşem renklerle, desenlerle süslenmiş olan merkezdeki camide akşam namazını kılıyoruz. Çıkışta selamlaştığımız cami cemaati ve imam’ın Osmanlı ve Türkiye’ye teşekkürü gözlerimizi yaşartıyor. İmam efendi, Osmanlı zihninin tekrar gelmesini temenni ediyor, bu hayranlığa biz de hayran kalıyoruz. Arabamıza atlayıp, dönüş yoluna geçiyoruz. Bosna’ya dönüş yolunda farklı duygularla dönüyoruz.
Döndüğümüzde saat gece 10 suları ve Saraybosna ile Başçarşı bu saatlerde ışıklandırması ile ayrı bir tatlı. Yarım saatlik bir turun ardından yine arkadaşımızın evine geçip Saraybosna’daki ikinci gecemizi de geçiriyoruz.
İkinci güne uyandığımız Saraybosna’da yine öğlene kadar Başçarşı’dayız, Kiliseleri görüyoruz, Camiler ayrı bir güzellik. Boydan boya tarihi ve modern çarşı caddesini geziyoruz. 1. Dünya Savaşı’nın başladığı meşhur köprüyü, gürül gürül çağlayan ırmağın üzerinden geçiyoruz. Yine Aliya İzzetbegovic’in mezarını ziyaret ediyoruz, Fatiha’lar okunurken gönül sızlaması ile geçmişe ufaktan yolculuk ediyorsunuz, sadece beyaz mezar taşları arasında çaresiz ve habersiz şekilde etrafa bakarak, toplumu ve tarihi anlamlandırmaya çalışıyorsunuz.
Öğlen sularında, Budget Rent A Car firmasına gidip günlüğü 25 Euro’ya ( Vergiler ile 30 ‘a geliyor) 2009 model Skoda Fabia kiralıyoruz. Evden çantalarımızı yükleyip Saraybosna’dan ayrılıyoruz. Hedef gönülleri sızlatan Mostar.